Neden Bir İlişkiye Başlarız?

Neden Bir İlişkiye Başlarız?

1. İlişkiler Neden Kurulur?

İlişkiler, insanın yalnızlığına bir cevap, varoluşuna bir anlam arayışı olarak doğar. İster romantik bir ilişki olsun, ister dostluk ya da bir iş ortaklığı; her bağ, altında bir ihtiyaç barındırır. Sevgiye, anlaşılmaya, destek görmeye, ait olmaya ya da birlikte bir şey inşa etmeye duyulan ihtiyaç... İşte bu ihtiyaçlar, ilişkilere yön verir ve onları kuran tarafların bilinçli ya da sezgisel olarak "kuruluş amacını" oluşturur.


Bir çift, birlikte huzur bulmak, hayatı paylaşmak, sevilmek ve sevmek için yola çıkar. İki dost, yalnızlıklarını bölüşmek, birlikte gülmek ya da zor zamanlarda birbirine omuz olmak için bir bağ kurar. Hatta bir aile bile, sadece kan bağıyla değil; güven, bağlılık ve dayanışma ihtiyacıyla bir arada kalır.


Ne var ki çoğu insan, ilişkilere başlarken bu "amaç" üzerine pek düşünmez. Gönül coşmuştur, ruh çekilmiştir, hayat yolculuğunda bir eşlikçi bulunmuştur. Ama zamanla ilişkilerin neden başladığını unutmak, nereye gittiğini karıştırmakla sonuçlanabilir. İşte tam da bu noktada, ilişkilerin ilk kurulduğu andaki "niyet"i anlamak, ilişkide yolumuzu kaybetmemek için pusula işlevi görür. Çünkü amaçsız bir ilişki, yönsüz bir gemi gibidir: bir noktadan sonra nereye gittiği, hatta neden yola çıktığı bile unutulur.


Sağlıklı ilişkilerin ortak noktası şudur: Kurulduğu andaki temel ihtiyacı hâlâ karşılıyor olması ya da değişen ihtiyaçlara rağmen ortak bir zeminde varlığını sürdürebilmesidir. Bu yüzden ilişkilerin neden kurulduğunu, hangi ihtiyaca cevap verdiğini anlamak, sadece geçmişi hatırlamak değil, geleceği planlamak gibidir.


"Başlangıç amacına hizmet etmeye devam eden ilişki, sağlıklı ilişkidir"

2. Kuruluş Amacı: Her İlişkinin Temel Direği

Her ilişkinin bir çekirdeği vardır; görünmeyen ama her şeyi bir arada tutan bir öz. Bu çekirdek, ilişkiyi kuran kişilerin bilinçli ya da bilinçsizce taşıdığı bir kuruluş amacıdır. İlişkinin neden başladığına dair bu içsel rehber, zamanla unutulsa da etkisini sürdürür. Sağlıklı ilişkiler, bu çekirdekle bağını koparmayan, onu güncelleyen ya da en azından hatırlayan ilişkilerdir.


Bir aile danışmanı olarak danışanlarımla yaptığım görüşmelerde sıkça şuna rastlıyorum: çiftler birbirlerine hâlâ bağlılar, hâlâ aynı evdeler, hâlâ bir şeyler yapıyorlar ama ilişki çoktan o ilk anlamını kaybetmiş. Sorduğumda, “Biz neden birlikteyiz?” ya da “Bu ilişkinin başındaki niyet neydi?” gibi sorulara çoğu zaman net bir cevap veremiyorlar. İşte bu belirsizlik, ilişkinin temel direğinin zayıfladığına işarettir.


İlişkinin amacı sadece birlikte yaşamak, çocuk sahibi olmak ya da ekonomik yükleri paylaşmak değildir. Bunlar görünür hedeflerdir ama altında daha derin bir bağ vardır: anlaşılmak, görülmek, desteklenmek ve birlikte yaşanacak anlamlı bir hayatı kurmak. Özellikle çift terapisi sürecinde, bu temel niyet tekrar gün yüzüne çıkarıldığında ilişkide taze bir soluk hissedilir. Sanki evin temelleri yeniden sağlamlaştırılmış gibi olur.


Kuruluş amacı, bir pusula gibi ilişkiyi yönlendirir. Eğer bu pusula bozulursa, çiftler yönlerini şaşırır. Aralarındaki küçük çatışmaların ya da iletişim sorunlarının aslında bu derin kayıptan kaynaklandığını görürüz. Amaç hâlâ yaşıyorsa, ilişki de yaşar. Amaç öldüyse, ilişkide ne konuşma fayda eder, ne birlikte geçirilen zaman.


Bu yüzden ilişkileri değerlendirirken şu soruyu sormak gerekir: “Bu ilişki hâlâ neden var? İlk baştaki amacı bugün hâlâ karşılıyor mu?” Bunu yanıtlayabiliyorsan, elindeki ilişki kıymetlidir. Ve eğer yanıt hayırsa, bu illa ayrılık anlamına gelmez. Belki de sadece yeni bir amaç inşa etme zamanıdır.

3. Amaç Kaybolursa Ne Olur?

Bir ilişkinin kuruluş amacı artık hissedilmez hale geldiğinde, ilişkideki o görünmeyen bağ gevşemeye başlar. Taraflar hâlâ aynı evde olabilir, birlikte tatile çıkabilir, çocuklarını birlikte büyütebilir… ama o eski sıcaklık, o ortak yön duygusu, o "biz" hali yavaş yavaş yok olur. Sanki aynı gemide ama farklı rotalara kürek çeken iki kişi gibidirler. Konuşmalar azalır, dokunuşlar sıradanlaşır, çatışmalar artar ya da tam tersi: derin bir sessizlik çöker. Bu sessizlik aslında her şeyin çığlık çığlığa değiştiğinin habercisidir.


Danışanlarımla yaptığım aile danışmanlığı seanslarında en sık rastladığım durumlardan biri de bu: çiftler genelde "biz eskisi gibi değiliz" der ama tam olarak neyin değiştiğini tarif edemez. Bu tarif edilemeyen şey, çoğu zaman ilişkinin kuruluş amacının yitirilmiş olmasıdır. Zamanla hayatın akışı, sorumluluklar, roller ve beklentiler o kadar baskın hale gelir ki; ilişki bir "görev alanına" dönüşür. Aşk, arkadaşlık, ortaklık değil; bir çeşit sorumluluk rutini…


Amaçsız kalan bir ilişki tıpkı yönsüz bir tekne gibidir: ya rüzgâr nereye savurursa oraya gider, ya da durgun bir suda kendi etrafında döner durur. Bu da zamanla yorgunluk, hayal kırıklığı ve duygusal uzaklık getirir. Partnerler birbirini eleştirmeye, savunmaya, suçlamaya veya tamamen içe kapanmaya başlar. İşte burada, çift terapisi süreci çok önemli bir dönemeçtir. Çünkü terapide çiftlere sadece iletişim becerileri kazandırılmaz; aynı zamanda ilişkiyi ilk başlatan motivasyon yeniden keşfedilir, canlandırılır veya güncellenir.


Elbette her ilişkinin evreleri vardır. İlk zamanların heyecanı sonsuza kadar sürmez. Ama yerine gelen bağ, birlikte yaşanmışlıkların getirdiği güven, sadakat ve derin anlamdır. Eğer bu anlam kaybolmuşsa ve yerine yeni bir anlam koyulamamışsa, ilişki içten içe tükenmeye başlar. Bazen taraflardan biri gitmeden önce duygusal olarak çoktan gitmiştir bile.


Sonuç olarak, amaçsız kalan ilişki, artık sadece "alışkanlıkla sürdürülen bir beraberliktir". Bu aşamada yapılacak en kıymetli şey, tarafların birlikte oturup şu soruyu dürüstçe sormasıdır:


"Biz neden birlikteydik, ve hâlâ bu neden bizim için geçerli mi?"


Bu sorunun cevabı, ilişkinin geleceğini belirler.

4. İlişkiler Evrilir: Amaçlar Değişebilir mi?

Zaman her şeyi değiştirir, insanı da ilişkiyi de. Bu nedenle bir ilişkinin ilk günkü haliyle yıllar boyunca aynı kalmasını beklemek, çiçeği hiç sulamadan sonsuza dek taze kalmasını beklemek gibidir. İlişkinin kuruluş amacı, o anki ihtiyaçlara göre şekillenir. Ama zamanla bu ihtiyaçlar evrim geçirir. İnsanlar olgunlaşır, hayata bakışları değişir, öncelikleri farklılaşır. Bu değişim kaçınılmazdır ve aslında sağlıklıdır. Önemli olan, ilişkinin bu değişime ayak uydurup uyduramadığıdır.


İlk başta sadece birbirine âşık olan iki kişi, bir süre sonra “birlikte hayat kurma” fikrine geçer. Ardından ebeveynlik gibi bambaşka bir boyuta taşınırlar. Ya da tam tersi, birlikte büyümenin anlamını keşfeder, kariyerlerinde birbirine alan açar, hayatı birlikte keşfetmenin yol arkadaşlığına geçerler. İlişkiler, bu değişimi yönetebildiği sürece güçlenir. Ancak taraflar, ilk baştaki rol ve beklentilere saplanıp kalırsa, aradaki bağ çatlamaya başlar. Çünkü ilişki sabit kalmak ister, ama hayat akar.


İşte bu yüzden ilişkilerde amaç sabit olmak zorunda değildir, olmamalıdır da. Değişen insanlara aynı ilişki kalıbını dayatmak, doğal akışa direnmek demektir. Asıl mesele, bu değişimi birlikte konuşabilmek, ortak zemin bulabilmek ve yeni bir bağlam oluşturabilmektir. “Eskisi gibi değiliz” demek, bir suçlama değil; belki de yeni bir ilişkinin başlangıcı olabilir. Eski bağ kopabilir ama yerini daha olgun, daha gerçek bir bağ alabilir. Bu da ancak farkındalıkla, açıklıkla ve birlikte hareket etme niyetiyle mümkündür.


İlişkinin evrilebilmesi, aslında çiftlerin içsel esnekliğiyle ilgilidir. Bazen biri değişir, diğeri aynı kalmak ister. O zaman bu değişim bir tehdit gibi algılanır. Oysa değişim, tehdit değil, davet olabilir: “Ben artık böyleyim, sen de gel.” Bu daveti gören ve kabul eden ilişkiler evrilir, derinleşir, büyür. Geriye dönüp bakıldığında ise şu fark edilir: O ilk “amaç” artık yok belki, ama onun yerine çok daha güçlü bir bağ kurulmuş.

5. Kuruluş Amacına Dönmek: İlişki Rehabilitasyonu

İlişkiler zamanla yorulur. Tıpkı uzun bir yürüyüşte ayakkabının içine kaçan bir taş gibi, küçük sorunlar fark edilmeden birikir ve can acıtmaya başlar. Ama iyi haber şu ki; bir ilişki ilk haline dönemese bile, ilk ruhuna dönebilir. Bunu sağlamak ise çoğu zaman bir “ilişki rehabilitasyonu” sürecinden geçmeyi gerektirir. Bu, sadece kırılanları onarma değil; neyin neden kırıldığını anlamaya çalışma sürecidir.


İlişkinin kuruluş amacına dönmek, bir anlamda “biz bu yola neden çıktık?” sorusuna yeniden yanıt aramaktır. Belki o ilk heyecan yoktur artık. Belki bazı yaralar kalıcıdır. Ama hâlâ birlikte yürüyebilme arzusu varsa, o zaman ilişkide umut vardır. Bu noktada tarafların birbirine bakışı çok önemlidir. Karşındaki kişiyi bir rakip, bir engel ya da bir hayal kırıklığı değil de; ortak geçmişin, bugünün ve belki de geleceğin ortağı olarak görebilmek... İşte iyileşmenin başladığı yer tam burasıdır.


Bu süreçte çift terapisi çok kıymetli bir araç olabilir. Çünkü çoğu zaman taraflar, kendi haklılık hikâyelerine o kadar kapılır ki; bir dış göz olmadan “ne oldu da bu hale geldik?” sorusuna objektif cevap veremezler. Terapide geçmişte yaşananlar yeniden yazılmaz; ama yeniden anlamlandırılır. İlişkinin başındaki o niyete – sevgiye, birlikte olma arzusuna, anlaşılma çabasına – yeniden temas edilir. O amaç hâlâ geçerliyse, ilişki yeniden filizlenebilir.


Bu “rehabilitasyon” süreci her zaman kolay değildir. Acıları dürüstçe konuşmak, beklentileri açıkça ifade etmek, değişimi kabul etmek gerekir. Ama en önemlisi, iki kişinin yeniden “biz” olma niyetidir. Belki artık o ilk günlerdeki gibi her şeye gülen, her anı heyecanla yaşayan bir çift değilsiniz. Ama birlikte geçirilen zorlu yılların içinden geçmiş, büyümüş, sınanmış bir bağ varsa; bu, başlı başına çok kıymetli bir şeydir.


İlişkiler bazen bozulur, ama yeniden düzenlenebilir. Bazen uzaklaşılır, ama yeniden yakınlaşılabilir. Kuruluş amacına dönmek bir nostalji değil; ilişkinin kalbini yeniden atmaya başlatmaktır. Ve bu mümkün. Yeter ki niyet olsun. Yeter ki iki kişi de hâlâ o masaya oturmak istesin.

6. Hangi İlişkiler Kurtarılmalı, Hangileri Bırakılmalı?

Her ilişki kurtarılmalı mıdır? Hayır. Bu cümleyi yüksek sesle söylemek bazen zordur ama gerçektir. Her ilişki devam etmeli diye bir kural yoktur. Asıl mesele, bir ilişkinin hâlâ yaşama kapasitesi olup olmadığını anlayabilmektir. Tıpkı yoğun bakımdaki bir hastaya müdahale edilip edilmeyeceğine, bedensel tepkilerine ve iyileşme şansına bakılarak karar verildiği gibi... İlişkiler de bazen tıbbi bir müdahaleyle, bazen de şefkatli bir vedayla yaşatılır ya da uğurlanır.


Kurtarılmaya değer ilişki, hâlâ iki tarafın da içinde bir şey hissettiği, anlam aradığı, çaba göstermeye niyetli olduğu ilişkidir. Bir taraf tamamen kopmuşsa, sadece fiziksel olarak oradaysa ama duygusal olarak çoktan gitmişse; ne yazık ki çaba tek taraflı kalır. Kurtarılmak istenen bir ilişkide iki taraf da “bu bağı tekrar kurabilir miyiz?” sorusunu sormalı ve buna içten bir "evet" diyebilmeli. Yoksa yapılan her girişim, bir taraf için boşa kürek çekmek olur.


Bazı ilişkiler vardır ki, her türlü çabaya rağmen tükenmiştir. İlişkinin içi boşalmış, sadece alışkanlık, çocuklar, maddi nedenler ya da çevresel baskılar yüzünden devam ediyordur. Sevgi yerini tahammüle, heyecan yerini sessizliğe bırakmıştır. Bu tür bir ilişkide “kurtarayım” derken, aslında kendini yavaş yavaş tüketmiş olursun. İşte tam burada, bir aile danışmanı olarak en çok duyduğum cümle gelir: “Ben artık kendimi bu ilişkide göremiyorum.”


Peki bu durumda ne yapılmalı? Öncelikle, ilişkinin bitmesi bir başarısızlık değildir. Bazen bir ilişkiyi bırakmak, onu dönüştürmekten daha sağlıklıdır. Bu bir vazgeçiş değil; bir fark ediştir. “Buraya kadar” diyebilmek, kişisel bütünlüğü korumak ve yaşam enerjisini yeniden kazanmak için bazen gerekli bir duraktır.


Elbette ilişkiden çıkmadan önce, içe bakmak gerekir. Bu ilişki neden kuruldu? Ne zaman bozuldu? Ben üzerime düşeni yaptım mı? Karşı taraf çaba gösteriyor mu? Bu sorulara dürüstçe verilen cevaplar, o ilişki hakkında net bir iç görü sağlar. Eğer hala bir bağ varsa, hala birlikte yeniden inşa etme niyeti varsa, o zaman “denemek” değerli bir adımdır. Ama sadece alışkanlıkla, korkuyla ya da yalnız kalmamak için sürüyorsa... işte orada hayatın durduğunu değil, seni durdurduğunu fark edersin.


“Bazı ilişkiler seni büyütür, bazıları ise seni tutar. Hangisiyle karşı karşıya olduğunu anlamak, özgürlüğün ve iç huzurun kapısını aralar.”

7. Son Söz: Amaçsız Gemi Yolda Kaybolur

Hayatta her şey bir niyetle başlar. Bir çay demlemek bile… Ne için demlendiğini bilirsen, kıvamını tutturursun. Ama amaçsızca yapılan şeyler, ya eksik kalır ya da taşar, dökülür. İlişkiler de böyledir. Eğer neden başladığını unutursan, nasıl devam edeceğini de bilemezsin. Yolun nereye vardığını merak ederken, kendini aynı yerde dönüp dururken bulursun. Çünkü amaçsız bir ilişki, yolda ilerleyen değil, kendi etrafında dolanan bir gemidir.


Bu yazıda belki de en çok bunu söyledik: İlişkiler yaşayan şeylerdir. Sabit kalmazlar, donmazlar. Zamanla değişirler, büyürler, bazen de yıpranırlar. Ama anlamlarını koruyabildiklerinde, yani kuruluş amaçlarına sadık kalabildiklerinde veya o amacı birlikte yeniden inşa edebildiklerinde, işte o zaman gerçekten “sağlıklı” kalabilirler. Bu da ancak birlikte farkındalıkla, açık iletişimle ve karşılıklı niyetle olur.


Şunu da unutmamak gerekir: Her ilişki yürüyecek diye bir kaide yok. Bazı ilişkiler öğretidir, bazıları eşlik, bazıları vedadır. Ama her biri, insana kendini tanıma fırsatı sunar. Bu yüzden bir ilişkiyi yürütmek de, gerektiğinde bırakmak da olgunluk ister. Ve her iki durumda da, insan kalabilmek asıl başarıdır.


Eğer şu an bir ilişkin varsa, kendine sessizce şunu sor:


“Bu ilişki ne için var? Biz hâlâ aynı yere mi bakıyoruz?”


Eğer cevabın evetse, ne güzel. Eğer cevabın hayırsa, o zaman bu farkındalık bile başlı başına bir adımdır. Çünkü en büyük değişimler, en sade sorularla başlar.



Cem Karataş

Aile Danışmanı & İlişki Uzmanı

cemkaratas.net
eskisehirailedanismani.com.tr

Siteye Üye Olun

Bu tarz içeriklerden haberdar olmak ve site üyelerine özel programlardan yararlanmak için sitemize ücretsiz üye olabilirsiniz.

Hemen Üye Ol